23 Mart 2014 Pazar

GELMEYEN PAZARTESİLER : Kaktüsleri Çiçeklere Tercih Etmek



"Aman sen de farklı olacaksın illa kııı!" dedi, oturduğumuz masada bana gıcık olmuş olan kız. "Ne alakası var?" dedim, "Kaktüs candır, çiçek sevmem ben." Suçlayan gözlerle suratıma baktı uzun uzun, masadaki diğerleri hangimizi desteklediklerini belli etmeyerek üstlerine düşen hakem görevine devam ediyorlardı. Sadece ses tonumuz yükselirse, "Tamam abi uzatmayın." şeklinde araya gireceklerdi, görevleri buydu. Tartışmamız geceye renk katmıştı. 

"Sizin gibiler hep farklı olmak zorunda hisseder zaten!" dedi sessizliğinin sonunda, "Ne demek bizim gibiler?" diye sordum, "Aman işte!" diyerek elini havada bir tur döndürdü, "Entel havalarında olanlar, hep bir üstte görürsünüz kendinizi." Masaya oturduğumdan beri ağzımdan bir tane bile yazar adı, bir tane bile özlü söz çıkmamıştı, böyle bir genelleme için tek neden kahverengi kadife ceketim olabilirdi, onun da kolları yamalı değildi. "Hocu!" dedim, "Anlamadan dinlemeden neden saldırıyorsun, kaktüs sevmenin neresi üstte görmek kendini, neyi sevdiğim mi belirliyor kişiliğimi, sen biliyor musun ben neden severim kaktüsleri?"

"Nedenmiş?" dedi ağzını bükerek, uzun konuşacaktım, ağzım kurumasın diye biramdan bir yudum aldım ve başladım:

"Çiçekler ilgi bekler senden, sulamazsan solarlar. Onu sulamanı, arada bir saksısını değiştirmeni beklerler. Tamam, estetiktirler, güzeldirler, ama sana ihtiyaç duyarlar, ilgilenmezsen ölürler. Oysa kaktüsler öyle mi, istersen günlerce sulama, yine bir şekilde hayata tutunurlar, hayatlarına devam ederler, sensiz de var olur, şımarıklık yapmazlar, güçlüdürler."

- Hmm…

"Hem üstüne bir de düzenli olarak sularsan kaktüsü, o zaman çiçek de açarlar, sana güzelliklerini sunarlar, öyle herkese değil ama, sadece sana, çiçek oysa herkese güzeldir, herkesle cilveleşir, keşfedilecek bir yanı da yoktur, sadece ilgilendiğinde, sevdiğinde görebileceğin bir gizemi ise hiç."

- Hmm...

"Özetle, kaktüsler yaşamak için sevgine ihtiyaç duymaz, ama sevginle güzelleşir."
- Entel değilim diyor bir de…
+ Değilim.
* Abi bir dakika ben anlamadım, biz halen çiçeklerden mi bahsediyoruz, yoksa kadınlardan mı?
- Kadınlar çiçektir zaten.
+ Keşke kaktüs olsalar.
- Bak hala…

"Hem bak ne güzel, dikenlerini görebiliyorsun kaktüsün, öyle güzel yapraklarının arasına saklamıyor onları, neyse o, içi dışı bir."

-Hmm…

"Sonra değişmiyor sürekli, bir gün açmış, bir gün kapanmış, bir gün boynunu bükmüş, bir gün karakter
atmış…"
* Abi çiçek karakter mi atar?
+ Çiçekler ve kendini çiçek sananlar atar hocu.
- Hmm…

" Hele bir de o çiçeklerin nerede güneş varsa oraya dönme huyları yok mu… Kaktüs oysa sabit, öyle oradan ilgi gördüm oraya döneyim, aman buradan da ilgi gördüm yaprağı mı da ufaktan o tarafa çevireyim yok. Neyse özetle say say bitmez hocu kaktüs sevgimin nedenleri."
* Abi sanki sen idealindeki kızdan bahsettin biraz.

Bir cevap vermedim, tekrar birama gömüldüm, "Kaktüsler gibi dimdik durabilseydik keşke hayata karşı." diye düşündüm. Arkadaşlar kendi aralarında konuşmaya başladılar. Bana gıcık olan kız beni izliyordu, izlendiğimi hissetmek beni rahatsız etti. Onun kafasında beni anlamlandırma çalışmalarına daha fazla alet olmak istemedim, izinlerini isteyerek tuvalete gittim, aynada kendime baktım:

Çiçekler güzeldi, kaktüsler güzeldi de, odunun elle tutulur ne yanı vardı?

16 Mart 2014 Pazar

GELMEYEN PAZARTESİLER : Annenin Eve Gelin Adaylarını Getirmeye Basladığı An




...

Üç tane ceylan yüzlü, üçlü kanepeme dizi dizi dizilmiş, ellerinde en sevdiğim fincanlarım, kahve içiyordu. Onlar bana, ben de onlara bakakaldım, annem; "Bak kaç senedir komşuymuşsunuz, tanışmamışsınız. Oğlum komşu önemlidir, tanıyın birbirinizi, iyi gün var, kötü gün var, nolur nolmaz, mazallah, mazallah…" dedi.

İşten geç çıkmıştım, yorgundum, sadece üstüme rahat bir şeyler giyip uzanmak istiyordum, ne var ki üstüne kendimi fırlatacağım canım kanepem kuşatma altındaydı. 

...

[ Blog'da bulunan "Gelmeyen Pazartesi" kitabına ait yazılar, ek yazılar ile birlikte Mayıs ayında aynı isim ile basıldı. Bu nedenle yazıların buradan yayınını durdurmak durumundayım. Anlayış göstereceğinizi umuyor, ilginiz için teşekkür ediyorum. Eksper Mental ]


9 Mart 2014 Pazar

GELMEYEN PAZARTESİLER : İki Nokta Üst Üste Aç Parantez




"Her sene telefon değiştiren birinden, size bağlanmasını nasıl beklersiniz ki?"

***

- Biliyor musun? 
+ Neyi? 
- Telefonuna dokunduğun kadar dokunmadın bana...
+ İçtin mi sen?
- Günde kaç dakika okşuyorsun onun ekranını? 
+ ...
- Keşke ben de dokunmatik olsaydım...

*** 

"Şu İnternet üzerinde; herkesin sosyalleştiği, herkesin eski arkadaşlarını bulma bahanesiyle yeni arkadaşlar peşinde koştuğu bir site var ya, işte orada gördüm ilk onu... Yaşadığım yerde yapılan konserlere göz gezdiriyordum, biri ilgimi çekti, gidenlere baktım, eskiden sadece konseri verecek sanatçıyı bilmek yeterliydi hatırlarsın, artık kimlerin gideceğini de bilmek istiyoruz. Her geçen gün merakımız artıyor, mahallenin cam önünde oturan teyzelerine döndük, üstelik onun o merakına kızan bizler, şimdi tüm hayatımızı gözler önüne sunuyoruz, ne yapsak paylaşıp, alkışlanmak istiyoruz, ama şunu unutuyoruz belki de, insanlar sadece övündükleri şeyleri paylaşırlar diğerleri ile, kimse bugün yalan söyledim demez, kimse bugün hak yedim demez, ondan İnternet penceresinden baktığımızda bu kadar ideal gözüküyor toplumumuz... Dur, ben ne diyordum dağıldım bak, işte onu ilk kez orada gördüm, görür görmez de aşık oldum..."

***

- Fark ettin mi, tüm fotoğraflar polaroit artık...
+ Bilmiyorum, ben seviyorum.
- Öyle yeşilimtrak, sarımtrak olsun hep diyorsun yani?
+ Yani... 

***

"Sadece bir tane fotoğrafı vardı, ki zaten daha fazla olsaydı bunu kaldırabilir miydim bilmiyordum. Bir fotoğraf uygun bir dozdu, o saniyeden sonra uyuşturucum olmuş o kız için. Sarı dalgalı saçları vardı, sivri bir burnu, afacan bakan yeşil gözleri, elmacık kemiklerine doğru pembeleşmiş buğday rengi bir cildi ki yumuşaklığını ekrandan bile hissedebiliyordum, herkes gibi o da fotoğrafını "Retro" olmak adına polaroit efekti ile çekmişti, bunu her ne kadar sevmesem de takılmadım, hakkında girdiği bilgileri incelemeye başladım, zaten çok fazla da değildi, ama olanlar bile kendimi ona çok yakın hissetmemi sağladı, kültürlü olduğunu düşündüm, bu güzellik, bu kültür, onunla tanışmalıydım... "

*** 

- "Takipçi" ne demek?
+ İşte seninle arkadaş olmak isteyen, senin paylaştıklarını görmek isteyenler.
- Maşallah "Atlas Tarih"'ten daha çok var sende.
+ Ehe, öyle valla...
- Bu seni mutlu mu ediyor? 
+ ...
- Bu kadar aç bir coğrafyada, kadınların halen peşlerinde koşan adam sayısıyla mutlu olmaları güldürüyor beni.
+ Sen kadın olsan neye sevinirdim? 
- Nicelikten çok niteliğe herhalde...

***

"Hakkında daha fazla şey öğrenmek için, eskiden istihbarat görevlilerinin elinin altında bile bulunamayacak kadar çok kişisel bilgi içeren İnternet'te dolaştım saatlerce, amacıma da ulaştım, neredeyse tüm sitelere üyeydi, her yere kendiyle ilgili bilgileri saçmıştı, kendimi tıpkı ekmek kırıntılarını takip ederek evlerine ulaşmaya çalışan o masal kahramanları gibi hissettim, amacım parçaları bir araya getirerek Puzzle'ı oluşturmak, sonra da karşısına geçip keyifle onu izlemekti, fakat bir sorun vardı, kendini bilerek ulaşılmaz kılmıştı, bulunduğu hiç bir ortamda iletişim bilgisi yoktu ve tanımadığı insanlardan mesaj kabul etmiyordu. Bunun iki nedeni olabilirdi, birincisi ego diğeri ise bıkkınlık, ben ikinci ihtimale şans tanıdım..."

***

- Herkesin birbirini bu kadar beğendiği bir ülkeysek biz, neden bu kadar kavga var? 
+ Bu nereden çıktı şimdi? 
- Baksana, profil fotoğrafını değiştirmişsin 94 kişi beğenmiş.
+ Takılma ya orası öyle.
- Sevgi pıtırcıkları olmuşuz toplum olarak.
+ Yine başladı eleştiriler... 
- Özlü söz paylaşımlarını seviyorum en çok...
+ neden? 
- İkiyüzlülüğümüzü ortaya çıkarıyor.
+ Nasıl?
- Baksana şu söze, iki bin küsur kişi beğenmiş... 
+ Eee ? 
- Kitapların ilk baskısı genelde iki bin adettir ve bu yazarın hiç bir kitabı ikinci baskıyı yapmadı...
+ Her şeye çok fazla anlam yüklüyorsun.
- Haklısın, içelim, unutalım bunları... Şerefe!

***

"Fotoğrafını gördüğümden beri yaklaşık bir ay geçmişti, aynı mahallede oturduğumuzu biliyordum, gittiği yerleri biliyordum, hatta aynı liseden mezunduk ki bu yaşadığım yer itibarı ile oldukça güzel bir tesadüftü, demek ki o da buranın yabancısıydı. Her gün onun gitme ihtimali olan yerlere gittim, belki sokakta görürüm diye uzun ve boş yürüyüşler yapmaya başladım, gözüm hep onu arıyordu, çok özel olduğunu hissediyordum, paylaştığı kadarıyla da öyleydi, aynı yazarları okuyorduk, aynı filmleri seviyorduk, aynı müzikleri dinliyorduk, aynı liseden mezunduk, aynı şeyleri beğeniyorduk ve en önemlisi çok güzeldi... Ben yakışıklı değildim fakat tek sığınağım, "erkeklerin gözleri, kadınların ise kulakları ile sevdiği" klişesiydi..."

***

- Neden hakkındaki her şeyi bilsin istiyorsun insanlar? 
+ Bilmem...

***

"Bir gece, arkadaşım ile yemek yediğimiz lokantadan çıkmış, arabalarımıza giderken karşılaştık onunla... Aramızda yaklaşık on metre vardı ve birbirimize doğru yürüyorduk. Bir tünel belirdi o an etrafımızda, bir ucunda benim, bir ucunda onun olduğu bir tünel, hızla birbirimize yaklaşıyorduk, bu  onunla tanışmak için tek fırsatımdı, bu kadar güzel bir kızla standart bir şekilde tanışmam mümkün değildi, onu incelemeyi bırakıp düşünmeye başladım, bir yol bulmalıydım, bir şekilde dikkatini çekmeliydim, o tanışmak istemeliydi benimle, süre azalıyordu, beş metre, dört metre, üç metre, iki metre... arkadaşıma dönüp bir kahkaha attım, bağırarak, "Saçmalama!" dedim... Bir metre... "Burada benim lisemden kim olacak"... Sıfır noktası... Lisemin adını bağırdım: "Mümkün değil bu şehirde"... Zaman durdu, kumları nemden yapışmış bir kum saatinden, aşağıya düşecek kum tanesini beklemek gibiydi o an, belki hiç bir şey demeden yoluna gidecekti, belki şöyle bir arkasını dönüp bakacaktı, belki de... 

"Pardon" diye seslendi arkamdan... Kadınlar kulaklarıyla severdi, bundan sonrası kolaydı..."

***

- Herkesin aynı filmleri beğendiğini, aynı kitapları okuduğunu, aynı müzikleri dinlediğini fark ettin mi? 
+ E pop kültür diye diye başımın etini yediğin sürekli bu değil mi?
- Hayır, bahsettiğim şeyler pop değil, aksine alternatifler...
+ E ne var ki bunda? 
- Alternatifin pop olması bu, pop alternatif kalıyor o zaman yanında...
+ Yani?
- Herkesin Serdar Ortaç dinlediği bir ortamda Jazz dinlemek ne kadar alternatif ise, herkesin Jazz dinlediği bir ortamda da Serdar Ortaç dinlemek o kadar alternatif... 
+ Özet olarak? 
- Farklılaşma adına tek tipleşme işte, acınası.
+ Üzme kendini...

***

"Dört ay birlikte olduk sadece... Gerçek onu keşfettikçe soğudum zaten zamanla, aşk sandığım şey maksimum iki hafta sürdü, sonrası her keşfimle birlikte daha da eksilmesi oldu bu duygunun; sevdiği yazarları okumadığını gördüm, sevdiği filmleri izlemediğini, en komiği ise dinlediğini söylediği müzikleri o dört ay boyunca hiç dinlememesiydi. Aslında bunlar çok da umurumda değildi, sonuçta herkes CV'sinde yalan söylerdi, fakat sanal dünya ile gerçeğin arasına bir set çekmeyi beceremiyordu; sürekli elinde tuttuğu ısırılmış elma logolo telefonu ile; ne yapsak, nereye gitsek paylaşması, sürekli fotoğraflar çekmesi, beni de bu sürecin bir parçası yapması, kendisine hayran olan kişi sayısının artmasına, onun için hazırladığım bir yemekten daha çok sevinmesi, uzaklaştırdı beni ondan, ayrılmak istediğimi söylediğim akşam, bir şey söylemeyip, sessizce çıkıp gitti. Neler hissettiğini, İnternet'e girince gördüm, duyguları "İki nokta üst üste ve aç parantez"'di, hemen sonrasında ise bir "Cem Adrian" şarkısı paylaşmayı ihmal etmedi, 94 erkek "Canım neyin var?" dedi, bazıları ondan çok daha fazla aç parantez ekleyip iki nokta üst üstenin ardına, ayrılmamıza onun üzüldüğünden daha çok üzüldü..."


3 Mart 2014 Pazartesi

GELMEYEN PAZARTESİLER : Her Salımız Sallandı (Önsöz)


"Ben gidiyom Emine". Salako rolündeki Kemal Sunal'ın ağzından duymuştum bu cümleyi. Boynunu bükmüş, yanında biricik eşeği "Kadife", sırtını dönüp, hüzünlü bir ifadeyle uzaklaşmadan önce söylemişti tam. Ona; türlü türlü eziyetler etmiş, iyiliğini salaklık olarak görmüş, en önemlisi sevgisini çıkarları için kullanmış Emine'nin gerçek yüzünü görmüş ve yenilgiyi kabullenmişti. Bu kadar hüzünlü bir ifadeyle bunu belirtme ihtiyacı hissetmesi, Emine'nin ona dur demesini istediğindendi, içinde ufacık bir umut vardı halen, o ilgiye muhtaç, bacağa sürtünen bir kedi gibiydi. O gidiyordu ama "Gitme" densin istiyor, tüm başına gelenlere rağmen bunu diliyor... 

Çünkü seviyordu.

Hepimizin Salako olduğu zamanlar vardı, pes ettiğimiz zamanlar, birine sığınmak istediğimiz zamanlar, bacağa yapışmış Koala gibi olduğumuz zamanlar... Hayat zaten bir mücadele, bir bataklıktı, sürekli çırpınıyor, bir şeyleri elde etmeye çalışıyor, çırpındıkça ise batıyorduk daha derine. Pes ettiğimiz oldu bazen; artık tüm vücudumuz gömülmüş, ağzımız da kaybolmadan son kez, sessizce ama yardım bekleyerek "Ben gidiyom Emine" diyorduk. Bunu belirtmek istiyor, kısık sesle de olsa yardım dileniyor... 

Hepimiz şu hayat bataklığında, bizi oradan çıkaracak birini arıyorduk.

O biri doğru insan ise, zaten tüm bunlara gerek kalmazdı, ama ya yanlışsa? - ki hayat bizimle dalga geçmek için hep yanlışları koyardı önümüze - O zaman sevgilim dediğimiz o insan için çabalar durur, onu mutlu etmeye çalışırdık, sevgimizi verir, şımartır, pamuklara sarardık onu, ama yetmezdi ki hiç bir zaman. Boynu bükük uzaklaşan olmak kaçınılmaz sondu. Salako bir filmdi ve mutlu bitmesi gerekiyordu, Emine koştu peşinden.

Peki hiç koştular mı yıprattıktan sonra bizim peşimizden?

Hayat ne zaman özür diledi ki bizden…

Şu hayatta;

Her Salımız sallandı.
Her Çarsambamız çarsafa dolandı.
Her Perşembemiz perişanlık.
Cuma mübarek gün.
Cumartesi-Pazar ise tatildi.

Pazartesi mi?

O hiç gelmedi ki...

İşte bu kitap; parça parça, ayrık ayrık, o gelmeyen Pazartesileri anlatacak her yeni gelen Pazartesi.

Umarım beğenirsiniz.

İyi okumalar.