29 Mart 2015 Pazar

SON PAZARTESİ: Her İlişki Sonrası Daha da Kirlenmek




"Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak!" diye düşündüm. Bir bar tuvaletindeydim lakin tuvalete değil karşımda duran aynaya bakıyordum. Kafamı iyice yakınlaştırıp, kendimi incelemeye başladım, aynada ki aksim de gözlerini bana dikmiş, beni inceliyor, tiksinerek beni süzüyordu, "Nasıl bulmak istiyorsanız öyle bırakın be hocu!" diye mırıldandım, lavaboya iyice tutunup.

Az önce bulunduğum masada dönen, "Dövme yaptırırsan; Ne yaptırırsın? Nerene yaptırırsın?" konulu klişe sohbetten sıkılmış, "ejderha" ve "tribal" kelimelerini daha fazla duymamak için tuvalete kaçmış ve aynada gördüğüm şeyi görünce aklıma bu cümle gelmişti. Evet, dövme yaptırsam kesinlikle bu olurdu, alnımın ortasına "Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak!" yazdırırdım.

Zira yaşadığımız her kötü ilişki ve tecrübe üzerimize yapışıyor, bizi tıkıyordu.

•••••

Buldukları gibi bırakmayan sevgililer yüzünden evrim geçiriyorduk hepimiz ve bir gün aynaya baktığımızda kendimizi tanıyamıyor, aynada ki bakışların kendimize ait olduğunu unutup, onlardan rahatsız oluyor, eskiden gördüğümüz o masum bakışları arıyorduk.

"Hocu, çok tatlı bir kız ya, böyle bütün gün sarılsam sıkılmam, zaten bütün gün birlikteyiz ehe ehe, hiç ayrılmayacağız, aşk böyle bir şeymiş demek ki, hem o bensiz, ben de onsuz yaşayamam, o kadar çok seviyoruz ki birbirimizi..."

şeklinde anlatıyordum ilk sevgilimi herkese heyecanla parlayan gözler ve masum bir gülümseme ile, sizi öpen, ellerinizi tutan birinden kötülük gelmezdi ki, o sizi hep severdi. Tam da böyle düşünürken ansızın ayrılık geldi.

"Hocu, seviyorum tabi, o da beni seviyor, ama bilmiyorum ne kadar sürer, şimdilik işler iyi gidiyor, yani ben ayrılmak istemiyorum, ama tabi temkinli olmak lazım, çok bağlanmayacağım bu sefer, sonra zor oluyor bitince..."

diye anlatıyordum sonrakileri. Ayrılık acısını bir kere yaşamış, ilişkilerin bitebileceğini öğrenmiş, evrimin ilk halkasını tamamlamıştım ama halen umudum vardı, bir de insanlara güvenim. Sonra nedendir bilinmez yalanlar geldi, aslında belki de hep vardı, ama ben onları yakalayabilecek tecrübede değildim.

"Hocu seviyoruz tabi birbirimize de, hatun milletine güven olmaz, dikkatli olmak lazım, daha küçükten ailelerine yalan söyleyerek büyüyorlar, toplum baskısı bu hale getirmiş onları..."

diye anlatıyordum kızları. Yalanlarının farkına varmaya başlamıştım, ama bunun için onları değil sistemi suçluyordum, idealisttim halen. Sonra sadece filmlerde gördüğüm aldatma kavramı girdi hayatıma.

"Hocu, sevgiymiş, aşkmış bunların hepsi yalan zaten, sorma o yüzden hiç, bitti mi viski?" 

diyerek, anlatmak bile istemiyordum artık birlikte olduğum insanları, karşı cinsi çok iyi tanıyor, ya da tanıdığımı sanıyor; yalanlarını, zaaflarını her şeylerini biliyordum lakin ne yazık ki gizemli olan güzeldi.

Gerçi henüz evrimin son halkasını tamamlamamıştım, son halka size tüm bu süreci en baştan yaşatan,
tekrar bir şeylere inanmanızı sağlayıp, sonra tekrar her şeyi yıkan, böylece sizi "Geridönülmez Kutusu"na atandı. Gittikten sonra o, soranlara:

"İhtilafımız itlafımdı" diyordum sadece.

•••••

Aynaya son kez bakıp masaya döndüm, dilini çok iyi bilmediğim bir adam, yanındaki kıza ingilizceye çevirmesini rica ederek bir şeyler söyledi, kız bana dönüp, "Senin için Furbo diyor," dedi, "O ne ki?" diye sordum, "Çakal, çapkın falan gibi bir şey," dedi "Tam karşılığı yok", "Nereden anlamış?" dedim, "Bakışlarından," dedi. "Sence de öyle mi?" diye sordum, "Yani çok güven veren bir gülüşün yok, yaramazsın biraz!" dedi ve gülümsedi. 

Masumiyet artık çok uzaktı, kendimi pis bir bar tuvaleti gibi hissettim.

Sadece "Nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak!" dövmesi yetmezdi, bir de sifon yaptırmam gerekliydi,

yoksa nasıl temizleyeceklerdi ağzımıza edenler giderken bizi.

-FIN-

NEDEN EVLENMEDİM'in ikinci kitabı olan "Gelmeyen Pazartesiler"'den yayınladığım seçmeleri okuyan sizlere, bana ayırdığınız vakit için teşekkür ederim. NEDEN EVLENMEDİM ilk kitap "Her Erkek Masum Doğar"ın baskı için tüm ön işlemleri tamamlandı artık matbaa yolunda, detaylı bilgiyi haftaya Pazartesi günü paylaşacağım. - Eksper Mental -

8 Mart 2015 Pazar

GELMEYEN PAZARTESİLER: Karizmatik Sinirlenememek




"Kahretsin!" diyerek iki elinin avuçlarıyla duvara vurdu, "Artık dayanamıyorum." diye devam ederken, elleri halen duvara yapışık, kafası ise gergin omuzlarının arasından aşağı eğilmişti.

"Vay be hocu!" dedim, "Ne de süpersonik bir sinirdir bu!".

•••••

Eminem sinirine sahip olmak istedim yıllarca; onun gibi konuşayım kavga ederken, dudağım hiddetle titresin, ama salyalar sıçratmayayım. Onun gibi gözlerimi koca koca açarak düşmanımın gözlerinin içine bakayım.

Olmadı, olamadı...

Bir diğer hayalim, sinirliyken bir şeyleri devirmekti. Ne bulursam yere atayım, bir yandan hip hopçu çevikliğiyle derdimi anlatırken, en son tekmeyi üzerinde şampanya bardakları bulunan sehpaya atayım, sonra da kapıyı çarpıp çıkayım.

Olmadı, olamadı...

Ah hele ki bir kavgayı arabada yaşasam, kavga ederken, sağ koltukta oturan kişi yapma nolur dercesine bana bağırsa ama ben yılmasam, yoğun trafikte hızla bir onu sollasam, bir bunu sollasam.

Olmadı, olamadı...

Klip kavgaları yaşasak diye dualar ettim sevgilimle, şöyle iki elimle tutup onu omuzlarından sallasam, sonra itsem, yatağa devrilse, ben duygusal bir şekilde ama öfkeli anlatmaya devam etsem, delikanlılığın kurallarını anlatırken ben, o yastığa sarılıp ağlasa, bunu "Ah bu karizmatik adamı nasıl da üzdüm böyle, ne kadar da haklı dediği her cümlede, onu haketmiyorum, onu haketmiyorum" diyerek yapsa.

Olmadı, olamadı...

Kavgalardan sonra duşa girip, tek elimi yumruk yapıp duvara yaslasam nasıl olurdu peki? Aklıma kötü bir şey gelmiş gibi yapıp, tekrar bir yumruk atsam duvara sonra kafamı kaldırıp akan suya baksam, huzur dolsam…

Olmadı, o da olamadı...

Duş başlığına bakınca, gözümden burnumdan su girdi, öksür hapşur derken gözlerim yaşla doldu. 

•••••

Eminem'in beyaz atlet giydiğinde çok artist, bizim ise kıro olduğumuz bu iğrenç dünyada, kavgalarım asla;

- Salak!
+ Sensin salak!
- Hayır! Sensin salak!
+ Ayna ayna...

seviyesini geçemedi. Sinirlendiğimde duşa girsem ya kese attım, ya lif ile koltuk altlarımı yıkadım. 

Ben de karizmatik kavga etmek, ben de sinirden ev yakıp, önünde şarkı söylemek istedim. Ama apartmanı yaksam, komşulardan dayak yerdim, yapamazdım. 

Paltomu giyip çekip gitsem peki bir kavga sonrası evden,

- Gövdemi yıkar giderim...
+ İyi edersin, koktun zaten yıkanmaya yıkanmaya...
- Ya öyle değil, ev yıkmak gibi, yani gövdemi yıkar giderim, bak açıklayınca olmadı ama...

sevgilim önce beni durdurmaz sonrasında camdan aşağı sarkar ve elleri paltosunun cebinde rüzgara karşı yürüyen ve karizmatik olduğunu düşünen bana, "Dönerken ekmek al." diye seslenirdi. Bir yandan sigaramı yakıp, bir yandan ona ters bir bakış fırlatsam da nafileydi.

- Artık seninle duramam...
+ Dur diyen yok zaten salak...
- Bak kapıyı çarpar giderim...
+ Git aman git de kurtulalım senden...
- Ama kafama sıkar giderim...
+ Sıkmadığın hata, aldığın oksijene yazık senin be...
- Ama canım neden öyle diyorsun, tamam gitmem, kızma, ehe ehe
+ Öff


10 Şubat 2015 Salı

GELMEYEN PAZARTESİLER: Bir Zaman Makinesi Olarak Müzik




"I saw the future dressed as a stranger"


•••••

Ayakta durduğum halde, kafamı otobüsün camına yaslamışım, bir elim bütün gün elleyenlerin terlerini üstünde biriktirmiş metale tutunuyor, metal sıcak mı yoksa soğuk mu olması konusunda kararsız. Diğer elim cebimde, elimin altında cebime zar zor sığmış "walkman"'im, sürekli ses tuşuyla oynuyorum, şarkı sessizleştiğinde sesi açıp, ses yükseldiğinde ise tam tersini yapıyorum.

Sırtımda kocaman bir asker çantası var. Üzerine keçeli kalem ile sevdiğim müzik gruplarının ismi yazılmış, içinde ÖYS soru bankaları, Yöntem Dershanesi'nin matematik soru bankası çok zor, Selami Yemenici'nin kimya kitabı ise çok güzel. Otobüs her fren yaptığında kafam camda kayıyor, durduğunda ise sekiyor. Cam alnımdaki yağdan kirlenmiş, her sekişinde kafam, alnımda bir sivilce patlıyor. Dışarıya bakıyorum, Kızılay'dan Tunalı'ya doğru ilerliyor otobüs. Hava kararmış. Dinlediğim kaseti o gün almışım. Saygı duyduğumuz dükkan çalışanı abimiz, "Yeni çıktı bu albüm, süper." dediği için tereddüt etmemişim parayı uzatırken: "Dream Theater - Awake".

•••••

[ Blog'da bulunan "Gelmeyen Pazartesi" kitabına ait yazılar, ek yazılar ile birlikte Mayıs ayında aynı isim ile basıldı. Bu nedenle yazıların buradan yayınını durdurmak durumundayım. Anlayış göstereceğinizi umuyor, ilginiz için teşekkür ediyorum. Eksper Mental ]


8 Şubat 2015 Pazar

GELMEYEN PAZARTESİLER: Metallica ile Büyümüş Nesil



"now the world is gone, i am just one"

"Metallica kaseti istiyorum. Öyle kitap falan alma bana!" dedim tüm bilmişliğimle, sınıfta yapılan 89'u 90'a bağlayan yılbaşı çekilişinde bana hediye alacağını öğrendiğim kıza. "Orta 1"'de okuyorsanız bu tip çıkışlar normaldi. Kızın abisi metalciydi ve gerçekten yılbaşında elimde "...And Justice For All" duruyordu. Yeni çıkmıştı, taze tazeydi.

***

"Abi böyle hepsi etrafında toplanıyor ya baterinin, orası çok güzel!" diye anlatıyordum arkadaşıma önceki gün "Trt 4'"de "Melodi" programında izlediğim "One"'ın klibini. Biz de grup kurmalıydık. Hiç birimiz enstrüman çalamıyorduk ama isimlerimiz hazırdı: ben "Kirk Hammet"'tım, sınıfın en yaramaz çocuğu ise "James Hetfield"… Gruba küçük kırmızı "Redhouse" sözlüğünden bulduğumuz "Entreat" ismini verdik. İsmimiz, logomuz, imajlarımız, şarkı listemiz, her şeyimiz hazır, sadece biz değildik.

***

"Olm "Battery" hızlı gelir. İleri aldır kaseti. "Master of Puppets"'ın ortasındaki yer uygun!" dedim, grubumuzun ömründe bateri görmemiş "Lars Ulrich"'ine. İkimiz ve ilk kız arkadaşlarımız, okulun yanındaki pizzacının alt katındaydık. İlk öpüşmemizi yaşayacaktık belki de, ama tanıdık olan pizzacıya verdiğimiz kasette "Master of Puppets"'ın dördüncü dakikasını, o sakin ve romantik olduğunu düşündüğümüz yeri bir türlü bulamıyorduk, moda giremiyorduk. "Battery" dinleyerek, ilk öpüşmesini yaşayamayan ergenler olarak evlerimize döndük. "Orion" dinleyerek bunalıma girdik. "Orta 2" böyle bitti.

***

"Bırakın olm Katuscha matuscha, bakın ne çalıyorum!" dedim etrafımda halka olmuş gitar kursu arkadaşlarıma, en çok da onun gözlerinin içine bakarak. Orta sondaydım, elimde dandik, Rus Pazarı’ndan alınmış bir klasik gitar, aşıktım sınıfta "Metallica" dinlediği için kollarına en çok siyah sırım sarmış kıza. "Black" albümü yeni çıkmıştı, ve ben "Unforgiven"'ı çalıyordum, sözlerini hiç anlamadan, onu düşünerek. En hızlı ben öğrendim gitarı kursta sırf onu etkilemek için. 

Metallica notalarını abilerden fotokopi çektiriyordum, tab okumayı bilmiyordum, notaların altına hızlı çalmak için. "Do, Re, Mi" diye yazıyordum. Sololar çok zordu, “To Live Is To Die”ın başı hem kolay hem de hoştu.

***

"Rock Kazanı"'nda okudum, Metallica'nın konsere geldiğini 1993 yılında. Evden kaçacaktım gitmek için; ama çok fazla izin istediğim için ailem kıllanmış, o gün beni gözlerinin önünden ayırmamışlardı. Odamda hırsımdan ağladım. Sürekli başa sarıp sarıp “My Friend of Misery”nin başını dinledim. Belki de gitardan Bass'a geçme kararını o zaman verdim.

***

Ortaokul sınıfı dağılmış, "Entreat" daha bir kere bile stüdyo yapamadan bitmiş, lisede çoğunluğun aynı ortaokul sınıfından geldiği bir sınıfa düşmüş, yalnız kalmıştım. "Ride the Lightning"'in albüm notalarını buldum. Sabah akşam “Fade to Black” ve “The Call of Ktulu” çalan bunalım biri oldum. Gitar kursundaki kız, benim nota aldığım abilerden biriyle çıkıyordu, benim halen elektro gitarım bile yoktu. Haftasonları gidip gitar dükkanlarının vitrinlerine bakar, Hetfield'in ESP'sinin hayalini kurardım. Bir alabilsem onu, o zaman o kız da ayrılırdı ki o abiden, benle çıkardı hep.

***

"Lise 2"'de ilk gerçek grubumuzu kurduk, liseden sonra görüşmem heralde dediğim Okky denen biri ile. İlk çaldığımız şarkı “For Whom the Bell Tolls”du. 

***

Sonrasında demolar yapıldı, albümler yapıldı, gitarlar alındı, gitarlar satıldı, konserler verildi. Ama o ilk, “For Whom the Bell Tolls”u baştan sona çaldığımız günkü heyecan hissedilmedi.

Punk dinledik, Death dinledik, Grind dinledik, Trash dinledik, Doom dinledik, Rock dinledik, Jazz dinledik, "Entel" olduk "Amelie"'nin film müziklerini dinledik, hatta Babylon'da konsere gelen abuk subuk bir sürü grup dinledik; ama Metallica'nın hep ayrı bir yeri oldu, albümleri zor anlarda çıkarıp dinlenmek için hep bir kenarda durdu.

Bizim neslimizin ‘soundtrack’iydi Metallica, her şarkıları hayatımızın önemli bir anısına götürdü, hep eşlik etti bize. Hem paraleldi de hikayemiz...

Hayatımız iyi giderken iyi albümler yaptılar, kötü giderken ise kötü. 

Ve gerçekten "Reload"'dan sonra ne iyiye gitti ki?


2 Şubat 2015 Pazartesi

GELMEYEN PAZARTESİLER: Ayrılık Duşu




Geçmişe kese nasıl atılır ki;

boşuna girdim banyoya, şu kremlere bak, ayrılır ayrılmaz alınan duş, sonraki sevgiliye bir hazırlık olduğundan mı en iki yüzlüsü duşların acaba, e durmuyor ki hayat, sürekli bir şeyler bitiyor, bir şeyler başlıyor, eski sevgiliden yenisine bir yolculuk belki de tüm sevgililer, çok mu acımasız oldu, hiç acıyan oldu mu size, olmadıysa sorun yok acımasız olmasının, tıraş olayım önce, sakallarım batmasın olmayan sevdiceğe…

Mesela bak;

sakal içinden çıkıyor, suratını kaplıyor, sonra tıraş oluyorsun, görüneni kesiyorsun ama kökleri içinde kalıyor, eski sevgililer de öyle, ne kadar kurtulsan da, içinde kalıyorlar, ne kadar uzun sürmüşse ilişkin, o kadar kalınlaşıyor, o kadar güçleniyor kökü, istediğin kadar tıraş ol, hep orada olacak, kandırma hiç boşuna kendini...

Peeling;

siyah noktaları temizliyor, siyah nokta dediğin, pislik, suratındaki kraterlere birikmiş yağ, iğrenç, ama sana dair, o yağlar, o pislik sensin, peeling temizliyor onları, ama yine doluyor oralar zamanla, şu önümdeki viski gibi, temizliyor şu an kalbimdeki, içimdeki pisliği, neşeleniyorum bak hafiften, ama yarın sabah bok gibi hissedeceğim, hep kötü hissedilmiyor mu Pazarları zaten, zaman yavaşlıyor, etraf sessizleşiyor, Pazar günleri bitmiyor,

yalnızın fobisi Pazar.

Anti-aging;

göz altında oluşan torbaları geçirir, kırışıkları yok eder, ama bakışlardaki olgunluğu, yaşanmış her acıyla retinaya atılmış çiziklerin verdiği donukluğu almaz, doğan görünümlü şahin yapar sizi, donuk bakışlı ama kırışıksız gözler, kandır hadi kendini…

Hem;

duşun en güzeli leğendeki değil miydi zaten,
neye yarar ki eğer terk edildiysen,
bunca cafcaflı krem.



30 Ocak 2015 Cuma

GELMEYEN PAZARTESİLER: Marul, Ispanak ve Benzerlerini Yıkamak



Yalnız Adam ve Ev İşleri - III

...

Salyangoz çöpe atılır.

Tiksinerek ve korkarak marul yeniden kavranır.

Yolma, yıkama işlemine devam edilir.

Yıkanan yaprakların konulan kaba sığmadığı fark edilir.

Halen yolunmadık, yıkanmadık bir sürü yaprak olduğu görülür.

Marulun yolundukça büyüyen bir cisim olduğu gerçeğiyle yüzleşilir.

Bunalıma girilir.

Akan suya bakarak hayatın anlamı düşünülür.

...

[ Blog'da bulunan "Gelmeyen Pazartesi" kitabına ait yazılar, ek yazılar ile birlikte Mayıs ayında aynı isim ile basıldı. Bu nedenle yazıların buradan yayınını durdurmak durumundayım. Anlayış göstereceğinizi umuyor, ilginiz için teşekkür ediyorum. Eksper Mental ]

28 Ocak 2015 Çarşamba

GELMEYEN PAZARTESİLER: Gömlek Ütülemek



Yalnız Adam ve Ev İşleri - II
...

Dertlerimle baş başayım dönemi:
- Kol tekrar masaya yayılır.
- Tekrar ütülenir.
- Ütülerken, öbür tarafta iz kaldığı görülür.
- Öbür taraftan ütülenir, bu sefer ütülenmiş tarafta iz kaldığı görülür.
- Strese girilir, bir sigara yakılır.
- Sigara bitirilir.

...

[ Blog'da bulunan "Gelmeyen Pazartesi" kitabına ait yazılar, ek yazılar ile birlikte Mayıs ayında aynı isim ile basıldı. Bu nedenle yazıların buradan yayınını durdurmak durumundayım. Anlayış göstereceğinizi umuyor, ilginiz için teşekkür ediyorum. Eksper Mental ]

26 Ocak 2015 Pazartesi

GELMEYEN PAZARTESİLER: Çaydanlık Yıkamak



Yalnız Adam ve Ev İşleri - I


***

Eksper Mental: Aşkımm, bak ne buldum... Aaa! Aşkımmm nereye gidiyorsun?
Bahtsız Dişi: Seni terkediyorum. Bıktım bu beceriksizliğinden!
Eksper Mental: Aşkım, ama ama demlik poşet diye bir şey buldum, bak.
Bahtsız Dişi: Üzgünüm... (Çat! Kapı kapanır.)
Eksper Mental: Üüüü... Çay Bella…

Akşam:

Eksper Mental: Sen beni hiç terketme olur mu? Hep yanımda kal, çok seviyorum seni.
Demlik Poşet: Hayda...

...

[ Blog'da bulunan "Gelmeyen Pazartesi" kitabına ait yazılar, ek yazılar ile birlikte Mayıs ayında aynı isim ile basıldı. Bu nedenle yazıların buradan yayınını durdurmak durumundayım. Anlayış göstereceğinizi umuyor, ilginiz için teşekkür ediyorum. Eksper Mental ]


22 Ocak 2015 Perşembe

GELMEYEN PAZARTESİLER: Her Yerin Gurbet Olması




•••••

Gurbet; böyleydi işte, kolay kolay geçmez, buz gibi gerçekliğiyle, içinize bir yer etti mi, bir türlü çıkmazdı.

Gurbet; sadece yurtdışında, tanımadığınız bir kültürün ortasında, yabancı bir şehrin floresan ışıklı otel odasında, uçak camından baktığınız bilinmeyen dağ manzaralarında, trenin geçtiği yabancı ovalarda yada askerde doğuda hissedilmiyordu. Gurbet alışık olmadığımız bir yerde, alışık olduğumuzun yanında da yakalayabiliyordu bizi.

Gurbet; göreceliydi, her yerdeydi, hatta bazen hayata uzaktan baktığımız anlarda, kendimiz bile olabiliyordu.

•••••

[ Blog'da bulunan "Gelmeyen Pazartesi" kitabına ait yazılar, ek yazılar ile birlikte Mayıs ayında aynı isim ile basıldı. Bu nedenle yazıların buradan yayınını durdurmak durumundayım. Anlayış göstereceğinizi umuyor, ilginiz için teşekkür ediyorum. Eksper Mental ]

20 Ocak 2015 Salı

GELMEYEN PAZARTESİLER: Kuzenleri Bitmek Bilmeyen Kız Arkadaşlar




"Hocu, şu senin kız arkadaşın değil mi?" diye sordum arkadaşıma, "Aa evet." dedi. Kız arkadaşı birkaç masa ilerimizde, güven vermeyen gülümseme üzerine yüksek lisans yapmış kirli sakallı bir adamla sarmaş dolaş oturuyordu. Büyük bir hiddetle kalktı arkadaşım masadan, müdahale etmedim. "Bir anla dinle önce." dedim sadece. Hışımla yaklaştı yanlarına, önce ikisi de şaşırdılar, suratlarında basılma ifadesi vardı. "Düşük bütçeli aksiyon filmi başlıyor." diye düşündüm ama bir gariplik vardı, ilk hiddet konuşmalarından sonra arkadaşımla adam el sıkıştı, kız zoraki bir gülümseme yerleştirmişti suratına, adam ise "Bu da nereden çıktı şimdi?" sıkıntısına sahipti, zoraki de olsa gülümsemiyordu. 

Arkadaşıma baktım, terlemişti, sempatik olmaya çalışıyordu, bir süre sonra beni gösterdi eliyle, döndüler, hafifçe gülümseyerek başımı öne eğdim. Yan masadaki tanıdığı selamlama ritüelimi gerçekleştirmenin huzuru ile biramdan bir yudum aldım. Arkadaşım yanıma döndü: "Kuzeniymiş." dedi. "Ayıp oldu mu acaba, öyle sinirle gittik?" "Relax hocu." dedim, "Don't do it." Severdim o şarkıyı, gebeşliğin marşı gibiydi.

***

"Ya Aybars aradı, arkadaşlarıyla çıkıyorlarmış, 'Sen de gelsene kız!' dedi, ben de kıramadım, ok?" dedi telefonda, tam uyumaya çalışıyordum, saat on ikiyi biraz geçmişti. "Aybars kim hocu?" diye düşündüm, sonra kuzeni olduğunu hatırladım, "Ok" dedim. "Bebeğim saat on iki olmuş yat uyu, bu saatten sonra ne barı, ne AyBARsı? Yormayın beni, huzurla uyuyacağım şurada." demek istedim, ama kuzen kutsaldı denilmezdi. Hem bu Aybars ile ben neden hiç tanışmamıştım, neden bu Aybars, bu kadar çağdaş, bu kadar ortamların akanı kokanı bir adamdı da, bir kere beni merak etmemiş benimle tanışmamıştı. Hem o isim Baybars değil miydi.

"Aybars var mıydı?" 

Huzurum kaçtı, yataktan kalktım, mutfağa gittim, süt ısıttım, annem kurabiye yollamıştı, onlardan aldım bir tane, bir yandan kurabiye yiyerek bir yandan da "Aybars"ı düşündüm. Ne pis bir herifti bu Aybars, ilişkilere mi düşmandı, yoksa bana mı? "Dur ben de gideyim şu mekana, tanışalım bakalım şununla." diye düşündüm. Süt rehavet getirmişti. "Relax" dedim kendi kendime, "Don't do it." uyudum.

***

Pek çok arkadaşım da çekiyordu kız arkadaşlarının kuzenlerinden, denizde su, çölde kum misaliydi, kızlarda kuzen. Bitmiyordu, eksilmiyordu, sürekli yenisi ekleniyordu. Tam bitti dediğinizde, tanıdım hepsini, yurtdışında okuyan hiç tanımadığınız bir tanesi geliyordu, "Çocuk o kadar yoldan gelmiş, bütün hafta sonu onunla olmam lazım." diyordu kızlar. Bu kuzenlerin arkadaşları yok muydu da sürekli akrabalarıyla geziyorlardı? Benim de kuzenlerim vardı, ama tüm hafta sonumu geçirmezdim onlarla yada geceyarılarında; "Ortamlara sekelim." diye aramazdım hiçbirini. Hele ki sarmaş dolaş oturmuşluğum, Fransız öpücüğü kondurmuşluğum yoktu hiçbirine.

Bir dönem vicdan azabı duydum, "Acaba" dedim "Kuzenlerimi ihmal mi ediyorum?" Arkadaşlarıma sordum sizin ilişkileriniz nasıl: "Abi işte bayramdan bayrama." cevabını aldım, mantıklı geldi cevap, sonuçta akrabalarını seçemezdin, ama dostlarını, arkadaşlarını seçebilirdin. Kuzen manyaklığına gerek yoktu. Bu işin içinde bir bit yeniği vardı. Bekledim, sabrettim, yüzlerce kuzen ismi duydum, onlarcasıyla el sıkıştım, tanıştım, ama sabrettim. Arkadaşlarımda da durum aynıydı. Kız arkadaşlarını kastederek; "Kuzeniymiş.", "Kuzenleriyle çıktılar.", "Kuzeniyle gidiyolarlar tatile.", "Yılbaşında kuzeniyle olacakmış.", "Hafta sonu kuzeni geliyormuş." gibi cümleler kurduktan sonra, suratlarında oluşan rahatsızlığı gördüm. Aybars’lar, Emre’ler, Baturalp’ler, Timuçin’ler kabusumuz olmuştu.

Bir gün ortaya çıktı tüm gerçekler, Aybars yoktu, masadaki adam da kuzen değildi. Erkek arkadaşın istenmediği durumlarda kuzen güzel bir yalandı, karşılaşmalarda "Bu kim?" sorusuna cevap olarak kuzenim güzel bir cevaptı, kız kıza tatile gideceğiz yerine kuzenlerle gideceğiz demek mantıklıydı.

Dünyadaki bir milyarlık kuzen nüfusu şişirile şişirile yüz milyarı bulmuştu. 

Kadınları yalan söylemeye iten; paranoyak, kıskanç, maço erkek arkadaşlar belki hakediyordu bunları zira saçma sapan kısıtlamalar getiriyor, "Bir kadının istediğini yapmasına asla engel olunamayacağını" bilmiyor, dürüstlüğün kaybına zemin oluşturuyorlardı. Hem zaten - dominant baba figürünü kandırmayla başlayan - yalan kariyeri nedeniyle bir kadın bir erkeği istediği gibi aldatabilirdi. Fakat asıl sorun şuydu ki böyle olmayan sevgililere de söyleniyordu aynı yalanlar zira ilk baskıcı ilişkide kızlar hayali kuzenler yaratıyor, sonrasında onlardan ayrılamıyor, artık onların gerçek olduğuna inanıyorlardı. 

Maço erkeklerimiz ve yalana şartlanmış kadınlarımız ile toplumca kafayı yemiştik. 

Artık bizim için çok geçti.

Özetle...

Ne kuzenler tanıdım zaten yoktular.
Azıcık okşasam sanki çocuktular.

18 Ocak 2015 Pazar

GELMEYEN PAZARTESİLER: Önce Üzüm Sonra Şarap Nihayetinde Harap Olmak





03:40
"Ayakların ne kadar küçük yahu!" dedim, yanıma gelen cici sınıf arkadaşıma, Fransız olmasının verdiği Türkçe bilmemezlikle anlam vermeye çalışarak suratıma baktı, "Your feet" diye telafuz ettim kendimi, ayaklarına baktı;

- They're so small!
+ What do you mean?
- I dont'know...
+ Exper, are you ok ?
- I do not really know...
+ Hmm... Anyway, I'll check inside.

Giderken, ayaklarına tekrar baktım, "Bu Fransız milleti bu ayaklarla mı yapıyor şimdi o süpersonik şarapları?" diye düşündüm, hiç acımıyorlar mı acaba ezdikleri üzümlere, üzüm ile empati yapıyordum, kafamda dönen melodiye ayak uydururak mırıldanmaya başladım; 

"Küçük ayaklarınla ez beni,
üzüm olmuşum, şarap et beni"

...

[ Blog'da bulunan "Gelmeyen Pazartesi" kitabına ait yazılar, ek yazılar ile birlikte Mayıs ayında aynı isim ile basıldı. Bu nedenle yazıların buradan yayınını durdurmak durumundayım. Anlayış göstereceğinizi umuyor, ilginiz için teşekkür ediyorum. Eksper Mental ]