İki yıl sekiz aydır beraber olduğum hanımefendi tarafından, pek hoş olmayan bir biçimde terkedileli bir hafta olmuştu. Kendimi bol bol mesai yapmaya ve alkole verdiğim için; evle pek ilgilenememiş, yine bir duygulanma anında buzdolabında kız arkadaşımla beraber aldığımız ne varsa bir poşete koyup çöpe atmış, sonuçta bomboş bir buzdolabı ve pis bir mutfakla yaşamaya başlamıştım. Cuma günü iş çıkışında artık kendime zarar vermeyi bırakmam gerektiğine karar verdim ve Migros'a uğradım. Niyetim bir miktar abur cubur, kola ve az biraz meyve almaktı. Biten ilişkinin üstüne Migros'a girebilmek, oradan alışveriş yapabilmek benim için büyük bir hedefti ve eğer bunu başarabilirsem, herşeyi yapabilirdim. İlişki boyunca neredeyse her haftasonu mutlaka Migros'a gidilmiş, balıktı, pirzolaydı, kalamardı, tavuktu, ciğerdi, ezmeydi, humustu, rus salatasıydı alınmış; sonrasında güzel rakı sofraları kurulmuş, muhabbetin dibine vurulmuştu. Ah hele bir patlıcan salatası yapardı ki iki yıl sekiz aydır beraber olduğum hanımefendi, cenneti dilinizde betimlerdi.
Uzun lafa gerek yok. Kapıdan girdim, sağ tarafta sebzeler duruyordu. Korktuğum olmuştu. Birden burnumda bir uyuşma hissettim. Midem ağrıyordu. Közlemelik tombul patlıcanlara, salata olabilecek kıvırcık marullara, taze soğanlara baktım. Yutkundum. Almayı planladığım şeftali bile yalan olmuştu. Reyona hiç giremedim.
Adımlarımı hızlandırma kararı aldım ki, balık reyonu karşıma çıktı. Çipuralar koyun koyuna dizilmişti. Ben yatağımda tek başıma üşürken, onlar huzurla buza uzanmışlar, üşümüyorlardı. Yalnız değillerdi. Sırt sırta vermiş, muhtemelen biri ağa yakalandığı için diğerleri de peşinden gelmiş, büyük bir aşkın tasviriydiler. Gözlerim doldu. O çipuraları alsam yemeğe çeviremezdim. Çevirsem, soframı kuramazdım. Kursam, muhtemelen ya beni hiç anlamayan bir kız ya da sürekli “Abi sana kız mı yok!” diyen papağan bir arkadaşla paylaşmak zorunda kalacaktım balığımın yanak etini. Gözlerim dolmaya devam ediyordu, alnım gıdıklanıyordu, ellerim terliyordu.
Oradan da kaçtım. Tam kurtuldum derken, meze reyonuna geldim. Rus salatasını çok severdi iki yıl sekiz aydır beraber olduğum hanımefendi. Ekmeksiz yiyemez, ben yiyince de beni ayı olmakla suçlardı. Beni, benden soğuduğu için terketmişti. Belki de rus salatasını ekmeksiz yiyorum diye soğumuştu. Belki de suyu şişeden içiyorum diye... Aslında şu marketteki her yiyecek malzemesiyle ilgili benden soğunacak bir neden vardı. İğrençtim. Balığımı bile güzel ayıklayamıyordum. Rus salatasına son bir kez baktım, gözlerimden ilk damla süzüldü. Utandım, kaçtım, boş bir reyon aradım. Ramazan ayıydı, muhtemelen içki reyonu boştur diye düşündüm. Tahmin ettiğim gibiydi. Kırmızı şarapların önünde ağlamaya başladım. Hepsi kaset ile büyümüş olmamdan dolayıydı, nasıl ummuştum ki Cd ile büyümüş birinden beni anlamasını. Onlar istediği şarkıdan başlatma şansı olan nesildi. Kıskandım…
***
Plakları olan nesil de, Cd'leri olan nesil de şanslıydı. Biz kasetleri olan nesil arada kalmıştık. Hiç bir zaman istediğimiz şarkısından başlayamadık dinlemeye bir albümü. İlkel çözümlerimiz vardı tabii. İstediğimiz şarkıyı bulmak için ileri alır, durdurur dinler, tekrar ileri alır, durdurur dinlerdik. Bunu sevdiğimiz şarkıyı bulana kadar yapardık. Fakat bir daha dinlemek istersek o şarkıyı, tekrar deneme yanılmalara girmemiz gerekirdi; bu sefer başa sararken… Ki albümü baştan sona dinlemek daha az zahmetliydi.
Biz bu yoksunluklarımızdan; iyi bir şarkı için tüm albümü dinlemeyi, iyi bir sahne için tüm filmi izlemeyi öğrendik.
İlişkilerimiz de böyle gelişti. Sevdiğimiz tek bir yönü için tümüyle kabullenebildik başkasını. Sevdiğimiz bir şeyi yakalamanın zor olduğunu bildiğimiz için, değer verdik fazlasıyla. Sevmediğimiz şarkılara da tahammül etmek zorunda kaldığımız için; bağlandık, alıştık, kabullendik karşımızdakini olduğu gibi. Hiç bir zaman başa sarmadık, hiç bir zaman sıkılıp ileri atmadık.
Nicel olarak abartılı değildi belki yaşanmışlıklarımız, ama nitelik fakiri de değildik.
Biz işte öyle kendi halinde bir nesildik.
***
Kimse beni görmüyor sanıyordum. Koyverdikçe koyverdim kendimi. Sepeti elimden bırakmış, öne eğilmiş, şarap şişelerini inceler gibi yaparaktan ağlarken, birden kuruyemiş reyonundaki görevliyi farkettim. Bana bakıyordu. Sanıyorum ramazan dolayısıyla alkol almayı bıraktığımı ve bu yüzden şarabı çok özlediğim için ağladığımı sanıyordu. Suratında tiksinti vardı.
Hızla kapıya yürümeye başladım. Kasiyerlerin yanından uçarcasına geçtim. Ve ben o gün ömrümde ilk kez Migros'tan elim boş çıktım.